bekle.
bu bir emir değildir.

Durum

bir toplama kampında
kulağını çınlatan
bir tek ben olacağım.

şu iki satırda bana saygı duyacaksın. çünkü okuyup da liğme liğme olmadan duramıyorum:

"Durursan öldürürsün beni.
Durursam öldür beni."

26 Ocak 2009 Pazartesi

Annem'den Annelere [Öylesine bir hikaye işte...]

Ben bir anneyim. Biri on yedi, diğeri on üç yaşında iki oğlum var. Kral ve Prens.

Kral her zaman derslerinde, okul hayatında, sosyal etkinliklerde, gittiği dershanede ve gitmediği dershanelerin katıldığı sınavlarında hep bir numara olan, çok başarılı, popüler, karizmatik, kişiliğiyle de saygılı olan bir çocuk. Özgüvenini kazanmış, "bu taht benim," diyebilen bir Kral.

Prens ise Kral'ın tam tersi; aynı imalathane, aynı annenin yetiştirdiği çocuklar; nasıl da bu kadar farklı olabiliyor, değil mi? Düşünmemek elde değil. Prens içine kapanık, hırçın, kaprisli, hiçbir sosyal etkinliğe katılmak istemeyen, "ya başaramazsam, başarısız olursam" korkusuyla, kendine güvenini kazanamamış, huysuz ama tatlı bir çocuk. Şimdi Prens'e özgüvenini kazandırmak için savaşıyorum.

Yalnız Kral'ın, benim de bir yıl kadar önce öğrendiğim büyük bir sorunu (!?) var. Her annenin çocuğunun küçük bir sorunu dahi olsa, anneye büyük bir sorunmuş gibi gelir. Fakat benim ve oğlumun sorunu gerçekten büyük. Bu büyük sorunu eşim, ben ve oğlum biliyor. [Bilge Remus Ka'dan Not: Bu yazıyı buraya aktardığım zamanlarda, artık kardeşim de bilmektedir.] Eşim savaşmıyor ama kabulleniyor. Bense baştan, öğrendiğim gün kabullendim ve savaşmak istiyorum. Savaşmamın sebebi ise ileriki hayatında kralımın mutsuz olmaması, acı çekmemesi. Çünkü onun mutsuz olup, acı çekmesi bana daha çok acı veriyor. O benim her şeyim. Etim, tenim, damarım, kanım, canım; ve canımdan bir parça. Kralımın gözünden akan bir damla yaş için dünyayı yıkarım. Oğlumun sorununu öğrendiğim ilk gün ve şimdi, bu sözü hala söylüyorum. Kralıma, "sen benim oğlumsun, senin için dünyayı karşıma alırım, sokakta yatarım ama senden asla, asla vazgeçmem. Seni bırakmam," diyorum.

Şimdi gelelim bu büyük sorunu nasıl öğrendiğime.

Kralım bir gün dışardan eve geldi, kendini koltuğa yüzyukarı atıp, yüzünü ve gözlerini saklayarak içini çeke çeke ağlamaya başladı. Çok şaşırdım çünkü hayat dolu bir çocuktu. Oğlumu bu kadar üzen neydi? Kim olabilirdi? Oğlumla konuşmaya başladım; "ne oldu oğlum? sorunun ne? okulda mı yoksa özel hayatında mı problem var? neden bu kadar üzgünsün? kim ağlattı seni?" diye onun saçını okşayarak sorular sorup durumunu öğrenmeye çalışıyordum. Oğlumsa bana, "imkansız anne imkansız" diyerek cevap verdi. [Bilge Remus Ka'dan Not: ee, şey; o zamanlar küçüktüm. bilmiyordum. hiçbir şeyin imkansız olmadığını bilmiyordum.] Ben de ona "nedir imkansız olan? bir kız mı girdi hayatına? kimmiş bakalım bu kız, benim oğlumu kendine aşık edip ağlatacak kadar," diyerek onu anlamaya, sorununu bulup çözmeye çalışıyordum. Çünkü oğlum bu yaşına kadar böylesine duygu dolu acı çekip ağlamamıştı. Ama imkansız dediği sorun neydi? Bence insan isterse imkansız denilen hiçbir şey yoktur. Bunları oğluma bir şekilde onun anlayacağı gibi anlatmaya çalıştım. "Oğlum göz yaşı döktüğün bir kısa, birbirinizi seviyorsanız sabredip okuyup, mesleklerinizi elinize aldıktan sonra evlenirsiniz. Gerçek sevgiyse beklemesini bilmelisiniz. Dünyanın öbür ucunda da olsa, sevginiz varolduğu sürece onu alır geliriz, imkansız bir şey yoktur. İmkansızlıkları insanlar kendileri yaratır," diyerek yarasına merhem olmaya, gözyaşlarını dindirmeye uğraşsam da pek başarılı olamadım. Çünkü oğlum dönüp dolaşıp yine imkansız diyordu, ben imkansız desem de.

Kralım uzun süren telefon konuşmaları, mesajlaşmaları devam ederken bir gün bilerek telefonu benim odama bırakmış, mesajlarını da silmemiş. Tabii ben de onun izni olmadan mesajlarını okudum. Çok üzüldüm. Üzülmemin sebebi ise arkadaşından gelen mesajların acı dolu olmasıydı. Arkadaşı, "kendimi öldüreceğim, sensiz yaşayamam, senin yanına kaçıp geleceğim, ailem öğrenirse beni yaşatmaz, seni çok seviyorum," gibi çok acı, ölüm kokan, korku dolu kelimelerdi. Sonra oğlum uyandı, kalktı. "Oğlum seninle konuşabilir miyiz çok önemli. İstemeyerek de olsa, senin iznin olmadan mesajlarını okudum. Ama şundan eminim ki, senin mesajlarını okumamı istediğin için özellikle telefonu odama bıraktın. Yine de iznin olmadan okuduğum için özür dilerim," demeyi de ihmal etmedim. Oğlum da, tahmin ettiğim gibi öğrenmemi, okumamı istediği için telefonu odama bıraktığını itiraf etti. Sonra oğlumla konuşmaya başladık uzun uzun. Oğluma, arkadaşının yazdığı mesajların çok kötü, üzücü olduğunu, yaşlarının çok küçük olduğunu, daha okuyacaklarını, önlerinde güzel bir geleceğin onları beklediğini, beklemeyi, sabretmeyi öğrenmeleri gerektiğini anlattım. Oğlum beni dinledikten sonra, "anne, beni yani oğlunu ne kadar tanıyorsun? Benim içimdekileri biliyor musun? Duygularımı, düşüncelerimi anlayabilir misin? Ha? Söyle anne, benim çektiklerimi biliyor musun? Oğlun ne acılar çekiyor, bunalımlara giriyor, bunları fark ettin mi? Anlayabilir misin beni anne? Gerçekler farklı, beni hiç tanımıyorsun. Gerçeği öğrenirsen kaldıramazsın, şoka girersin, bunalım geçirirsin. Boşver anne, boşver," diyerek beni şaşırttı.

Oğlumu nasıl tanıyamazdım bu yaşa kadar? Onu ben getirdim bu dünyaya, ben büyüttüm. Benim bilmediğim, farketmediğim neydi? Düşünceleri, duyguları, içinde yaşadığı acıları, bunalımları, beni şoka uğratacak, kaldıramayacağım kadar ağır olan sorun neydi? Demek ki benim bu zamana kadar bilmediğim, farkında olmadığım, oğlumun iç dünyasında, beyninde, ılık bir rüzgar değil de, etrafını sarsacak kadar kuvvetli bir fırtına varmış. Ve bu fırtınanın, oğlumu kuru bir yaprak gibi sağa sola savurmasından korktuğu için, sığınacağı en güvenli liman olan anne kucağını seçmiş. Çünkü beynindeki fırtına artık çok daha kuvvetli esmeye başlamış, bu fırtınaya tek başına karşı koyamayacağını anladığı için benim, yani annesinin öğrenmesini istemiş. Oğluma, "benim bu zamana kadar kaldıramadığım hiçbir şey olmadı. Her şeyi, tüm yükü tek baıma kaldırdım. Ben kuvvetli bir anneyim. Senin sorunun ne olursa olsun kaldırabilirim ve şunu asla unutma, ben senin her zaman yanındayım, seni asla bırakmam. Şoka girmeyeceğim. Sorununu anlat, bilmek istiyorum," diyerek ısrar ettim. Her ne kadar beni üzmek istemese de, artık çok bunaldığı için, ısrarlarıma karşı koyamayarak tek bir cümleyle anlattı. "Anne, telefonda konuştuğum, mesajlaştığım, senin mesajlarını okuduğun arkadaşımın ismi Can," dedi. Ben de, "kıza erkek ismimi koymuşlar, olabilir; bazen de erkeğe kız ismi koyuyorlar, bunda bir sorun yok," diye cevap verdim. Ama oğlum ısrarla "Anne, adı Can," diye tekrarladı, tekrarladı. Bir an durdum, düşündüm. "Oğlum, bu sevdiğin arkadaşın erkek mi?" diye sordum. Oğlum da, "evet anne," dedi. Oğlumun evet demesiyle çok şaşırdım, şoka girdim, yıkıldım, gözlerim boşluğa baktı kaldı. Ama hemen toparlanmam gerekiyordu, çünkü karşımda benim canımdan, kanımdan doğurduğum yeşil gözlü bir kral, bir çocuk bana bakıyordu, tepkimi ölçüyordu.

Onun için yıkılmamam, ayakta dimdik durup, bu yük ne kadar ağır olursa olsun taşımam gerektiğini biliyordum. Çünkü ben bir ANNEYİM. Bir çocuğun fırtınalardan korkup sığınacağı en güvenli LİMAN, o benim işte.

Oğlum bana, "bak gördün mü anne, sana demiştim kaldıramazsın, şoka girersin, bu yük farklı bir yük. Her zaman taşıdığın, kaldırdığın yükler gibi değil; çok farklı ve ağır. Anne, senin üzülmeni istemiyorum. Üzüleceğini bildiğim için bu zamana kadar kendimi gizledim. Ama artık çok fazla geliyor; onun için sana açılmak istedim. Ve bu sebepten telefonu senin odana bıraktım," dedi. Ben de oğluma, "neden, niçin, nasıl böyle bir durumun olduğuna karar verdin? Bu nasıl bir şey oluyor? Ne demek, bana bunları açıklar mısın? Bu durumun bir hastalık mı, tedavi olması mümkün mü? Bu durum fiziksel mi yoksa duygusal mı? Ne zaman farkettin kendindeki değişikliği? Suçlu biz miyiz acaba, bu duruma sebep olabilir miyiz, nerede hata yaptık, neyi yanlış yaptık? Doğuştan mı yoksa sonradan mı?" Buna benzer sorular aklıma birden yığıldı kaldı. Ve oğluma sordum, sordum... Bana kendi çabasıyla edindiği dünyaca ünlü profesörlerin bilgilerini anlattı ve kısa zaman sonra bu doktorların açıklamalarını bulup yazılı bir dosya olarak getireceğim dedi. Bir süre sonra bahsettiği profesör doktorların yazılarını bana getirdi. Ama oğlumun ileride mutsuz bir hayat sürmemesi için savaşmam gerekiyordu. Normal bir erkek olması mümkünse, oğluma "beraber bu sorunu aşabiliriz, elele verip savaşalım oğlum," diye teklif yaptım. Ama oğlum, "olmaz, mümkün değil anne. Bu bir hastalık değil, hiçbir tedavisi yok tıpta. Zaten tıp da, biliyorsun, hastalık olarak kabul etmiyor," diye cevap verdi.

Benim oğlum bir GEY, yani EŞCİNSEL.

Bu zamana kadar eşcinsel kelimesini duymuştum. Ama gey kelimesini duymamıştım. Oğlumda öğrendim. Gey, lezbiyen; bu tür insanlar kendi hemcinslerine ilgi duyan kişiler. Ve aramızda farketmesek de bu tür insanlar çok var. Topluma aykırı olduğu için kendilerini gizlemek zorunda kalıyorlar. Ben bu sorunun içinde olduğum için bütün çocuklarımızı daha yakından tanıma fırsatı buldum. Kendimi şanslı mı yoksa şanssız mı görüyorum bilemiyorum. Tek bildiğim bir şey var, bana Allah'ım böyle bir evlat verdiği için şükretmek zorundayım.

Oğlumun çok yakın bir arkadaşı var. Transeksüel bir erkek. O da bana durumunu rahatlıkla anlattı. Çok tatlı, zeki, bence ileride adını duyurabilecek bir kişi olacak.

Peki burada suçlu olan kim? Anneleri hamile bırakan babalar mı, babaların spermleri mi; hamile kalan anneler mi, annelerin yumurtaları mı? Bu tür çocukları doğuran anneler mi yoksa doğan çocuklar mı? Kim suçlu bu durumda? Eğer Allah'a, yaradana inanıyorsak, Allah'ın bize verdiği, sunduğu nimetleri göz ardı etmeyerek görebiliyorsak, işte o zaman bu tür çocukları da bize Allah verdi. Allah'ın verdiği her şeye razıysak, şükür ediyorsak, bize böyle evlatlar verdiği için şükretmemiz gerektiğini bilmemiz lazım. Suçlu kimse yok. Eğer suçlu arıyorsak, suçlu bizleriz. Toplum olarak bu çocuklarımızı dışlayarak ittiğimiz için.

Şimdi burada benim bir anne olarak, çok üzüldüğüm bir noktaya değinmek istiyorum. Bu çocukları bizler doğurup, büyütüyoruz. Birer yetişkin insan yapıyoruz. Yetişkin insan olduktan sonra ellerine mesleklerini alıp başarılı oluyorlar. Birçok insan tanıyorum bu durumda. Ama hep bir bunalım yaşıyorlar. İçlerinde korku ve yalnızlık. Kendilerini yıllarca ailesinden gizleyen, korku içinde yaşayan binlerce çocuk, yetişkin insan var. Ben bu durumda olan yetişkin birini örnek olarak anlatmak istiyorum. Yıllarca ailesinden kendini gizlemiş. Hemen hemen hayatının yarısına gelmiş, acılarını hep içinde tek başına yaşamış. Ailesine defalarca durumunu anlatmak istemiş ama korkmuş. Korkusu ise ailesinden reddedilmek, itilmek. Ve en sonunda bir gün cesaretini bulup annesine anlatmış. Tabi, korktuğu başına gelmiş. Annesinden çok büyük tepki almış. Annesi defalarca intihara kalkışmış. Bu yetişkin, aklı başında insan şimdi hala çok büyük üzüntüler yaşıyor ve mutsuz. Annesini çok seviyor ama annesi onu anlamıyor. Burada bu anneye ve böyle çocukları doğuran annelere seslenmek istiyorum. "Neden Allah'a karşı geliyorsunuz? Bu çocukları ben, sen, bizler doğurup Allah yaratmadı mı? O zaman niçin şükretmeyi bilmiyorsunuz? Çocuklarınıza karşı geleceğimize, yanlarında olup destek olmamız gerekmiyor mu? Zaten toplum dışlıyor onları, bir de biz anneler dışlarsak, itersek onlara kim kucak açar, kim tutar ellerinden? Üzüntülerini, sıkıntılarını bize anlatamayacaklar da kime anlatacaklar? Bu suçsuz çocuklarımız sorunlarını bizlerle paylaşamadıkları zaman, bizler onları dışarı itmiş oluyoruz. Dışarıdaysa onları bekleyen bir sürü aç kurt, karanlık kuyular, leş kokan çöplükler.

Lütfen anneler, babalar, aileler ve yaşadığımız toplum. Lütfen bu çocuklarımıza kucak açalım, dışlayıp itmeyelim. N'olur biraz daha duyarlı, anlayışlı olalım.

Bu çocuklarımıza yardımcı olursak, ileride onları bekleyen köprü altlarından, düşecekleri karanlık kuyulardan, leş kokan çöplüklerden kurtarıp, hayatta başarılı, dimdik ayakta duran, güvenilir birer birey, yetişkin, mutlu insanlar olarak yaşama kavuşturabiliriz.

Bilge Remus Ka'nın Annesi.
2006.

10 yorum:

Adsız dedi ki...

annen ne güzel bir insan o.
ne güzel bir insan...

Adsız dedi ki...

evet..evet..

annem, ne kadar güzel bir insandır o...

ilkokul mezunu feminist annem benim..

Unknown dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Martie! dedi ki...

Gerçekten çok büyük bir olgunlukla karşılamış böyle bir durumu annen.Böyle bir anneye sahip olmak isteyecek bir sürü insan var hayatta.

LoLLa dedi ki...

tuylerim diken diken su an bogazimda bi dugum ve anneni cokkk seviyorummmm haddim olmayarak

gaykedi dedi ki...

çok anlamlı bir yazı, kendi babama ve anneme açıldığım anın o ürkünç heyecanını tekrar yaşadım okurken, onlar gerçekten sevgi dolu insanlar ve bizler çok şanslıyız, tanrı ailesi öğrencek diye korku içinde, titreyerek yaşayan eşcinsellere sabır versin...

Unknown dedi ki...

bana bu yazıyı gaykedi yolladı.. kendisine çok teşekkür ediyorum çok etkilendim... anneni takdir ettim ne kadar anlayışlı ne kadar mükemmel bir insan...

en doğrusunu yapmış.. bir anne genç evladının böyle bir durumunu öğrenip karşı çıksa, reddetse, üstüne gitse belki de o çocuk LİMAN sandığı çok farklı, çok kötü yerlere savrulacak... bugün rastladığımız binlercesi gibi ... ailelere ne kadar önemli bir görev düştüğü ortada...

çok şanslısı bir insansın gerçekten...

ESTHER dedi ki...

bu arada SEDA GÜLSÜM benim :) gene gmail hesabımı kapatıp, blogspotla girmeyi unutup yazmışım :S kusura bakmayın..

sevgiler

Adsız dedi ki...

selam .....
böle anne ye can fede.....
keşke bütün annaler böyle olsa ...
ben cok zor durumdayım ama gay arkadaslar sayesinde hayata yeniden doğmaya çalışıyorum bana adresi yolayan gaykedi arkadasıma tşkr ederim.....
bütün sevgiler samimi ve içten olması dileğiyle.....

Ozan Kayra dedi ki...

merhabalar
yazından beenmaya bahsetti ve kaçakgay'in blogundaki linkten ulaşarak okuma fırsatı buldum yazını. annen çok olgun bir kadınmış gerçekten. şanslı olduğunun farkında olduğundan eminim. bunları söylemek istedim sadece. sevgiler..

Related Posts with Thumbnails